Nasıl bir Üniversite?



Üniversite öncelikle “İnsan”dır…

Üniversitelerin en önemli kaynağı “insan”dır. Başarılı üniversiteler, bünyesinde nitelikli insan kaynağını - çalışanları ve öğrencileri - barındıran ve onlara öğrenmeleri ve üretmeleri için uygun ortam sağlayabilen kuruluşlardır. Yeniden yapılandırmada, dış paydaşlar (işveren, sanayi, toplum kesimlerinin) kadar, üniversite çalışanları ve öğrencilerin beklentilerinin karşılanması da önemsenmelidir.

Üniversitelerin başarısında temel faktör, mensuplarının ve öğrencilerinin “motivasyon”u ve özellikle “içsel motivasyon”udur. “Dışsal motivasyon”a yönelik yaptırımlar ve maddi ödüller başarılı üniversiteler yaratmak için yeterli değildir. Üniversite başarısını getiren esas faktör, akademisyenlerin, idari personelin ve öğrencilerin “içsel motivasyon”udur. Üniversite ortamı, üniversiteyi oluşturan çalışanlara ve öğrencilere “özerk seçimler yapabilme”, “yaptıkları işlerde üstün düzeyde yetkinlik kazanma” ve “hedefleri için çalışabilme” olanağı sağlamalıdır. (2011)


Nitelikli öğretim üyeleri için üniversiteleri cazip kılan faktör, aldıkları ücretler, çalıştıkları binalar değil; “bilimin, aklın ve liyakatın”- yani akademik değerlerin - hakim olduğu çalışma ve yaşam ortamıdır. Çalışanları motive eden ve kuruma bağlı kılan, katılımcı ve demokratik yapı ve destekleyici insan ilişkileridir. Bu kültürün, bu ortamın önemini anlamayan veya küçümseyen; şirket gibi yönetilen üniversiteler tasavvur eden bir yaklaşımla yükseköğretimimizin başarı şansının olmayacağını düşünüyorum. (2014)

Üniversiteler çalışanlarının “verdikleri” ile başarılı olur…

Her kurumda, çalışanların kurumdan almayı bekledikleri ve karşılığında kuruma verdikleri katkıları var. Bu alış-verişte, herkesin beklenti ve davranışları tabii ki aynı değil. Örgütsel/sosyal psikoloji alanında bu konuda 3 tür kişilik tanımlanıyor: “verici” (giver), “alıcı” (taker), “dengeci” (matcher). Kurumlar doğal olarak çalışanlarının ‘verdikleri’ ile başarılı olur. “Verici”ler (kuruma bağlılıkları, insanlara yardımdan/değer yaratmaktan tatmin duymaları vb nedeniyle) aldıklarını çok önemsemeyebiliyor. Ancak, “verici”ler verdiklerinin karşılığını alamazsa mesleki açıdan zarar görebilir; bu nedenle, kurumun “verici”leri koruması gerekir. “Dengeci” kişilik ise, aldıkları ile verdikleri arasında dengeyi özeten (gözetmeye çalışan) “profesyonel” davranış sahibi. Bu kapsamda “kariyerist” diyebileceğim ‘profesyonel’ler, kurum içindeki (ve dışındaki) kariyerlerini ilerletmeye çalışırken kurumdan taleplerini verdiklerinin önüne geçirebiliyor. “Alıcı” ise, kurumu bir kaynak olarak gören ve karşı sorumluluğunu pek hissetmeyen, alış-veriş dengesini gözet(e)meyen veya ‘değerlendirmesi şaşan’ insan.

Bir kurumda hakim olan/kabul gören anlayış (kültür), “dengeci”lik ve daha kötüsü “alıcı”lık haline gelirse – yani kurum çalışanlarının bağlılığını (commitment’ini) kaybederse – kalıcı başarı şansı kalmaz. Çalışanlarının kurumdan daha fazlayı alma’ yarışına girdiği ve mesleki ‘başarı’ ve ‘tatmin’i bu yarıştaki konumları ile ölçer hale geldiği başarılı kurum örneği yoktur.

Kurum kültürünün oluşmasında üst düzey yöneticilerin etki ve sorumluluğunun önemini ise yazmama hiç gerek yok. “Kariyerist” ve “alıcı” kişilik çok kolay yayılabilir; sonuçta üst düzey yöneticilerin göstermediği özveriyi diğer çalışanlardan beklemek doğru veya gerçekçi değildir. (2017)

Üniversitelerin görevi “iyi vatandaşlar” yetişmesine katkı sağlamaktır…

Üniversiteler olarak görevimiz, iyi donanımlı ve aynı zamanda, insanlara ve doğaya karşı sorumluluk taşıyan, etik değerlere sahip ve çoğulcu demokrasi ilkelerini içselleştirmiş “iyi vatandaş”lar yetişmesine katkı sağlamaktır. Çünkü, toplumda sürdürülebilir kalkınma, refah, huzur ve barış, bu sorumluluğa ve değerlere sahip, iyi yetişmiş insanların önderliği ile mümkün olabilir. Bu değerleri savunamayan ve bilimsel doğrular konusunda suskun kalan üniversitelere sahip olan toplumlar ise uzun vadede büyük bedeller öderler. Fikir ve ifade özgürlüğünün kısıtlandığı ülkelerde üniversiteler de özerk olamaz; böyle ortamlarda bilim ve teknoloji gelişmediği gibi, toplum barışı, huzuru ve refahı da sağlanamaz. (2014)

Üniversite “çoğulcu demokrasinin ilkelerini ve değerlerini” uygulamak ve topluma yaymakla yükümlüdür…

Üniversitelerin yaptıkları araştırmalarla bilimsel bilgi birikimine katkıda bulunmaları ve bünyelerindeki bilgi birikimini toplumun öncelikli sorunlarının çözümü için kullanmaları da kuşkusuz çok gereklidir. Ancak, üniversitelerin öncelikle demokrasiye ve insan haklarına ödünsüz olarak sahip çıkan, bilimsel doğruları savunan kurumlar olması gerekir. Üniversitelerin temel ve evrensel insani değerlere ve bilimsel düşünceye sahip çıkması; verdikleri eğitim, yaptıkları bilimsel araştırmalar, geliştirdikleri teknolojiler kadar önceliklidir, zorunludur. Çünkü, evrensel insan haklarını ve demokratik ilkeleri savunamayan, bilimsel doğrular konusunda suskun kalan üniversitelere sahip toplumlar büyük maliyetler öderler. (2014)


Üniversiteler, toplumun ve insanlığın gelişmesinde önemli roller yüklenen kurumlardır. Genç nesilleri en iyi şekilde yetiştirmek, yeni bilginin ve teknolojilerin yaratılmasına katkı sağlamak bu rollerin bir parçasıdır. Üniversiteler, ayrıca, bilimsel düşüncenin, demokrasinin, insan haklarının, laikliğin, hukuka dayalı toplum düzeninin, etik değerlerin destekleyicisi ve kamu yararının savunucusu olan kurumlardır. (2009)

Bilim ve yenilikçilik ancak bireylerin özgür olduğu, barışçıl, farklılıklara saygılı, çoğulcu demokratik toplumlarda sürekli olarak gelişebilir. Bu anlamda, bilimin ve teknolojinin gelişmesinde önderlik yapan Üniversitemiz için insan haklarının ve temel özgürlüklerin güvence altına alınması her şeyin önünde gelmektedir. (2013)

Üniversiteyi üniversite yapan “akademik değerlere bağlılığıdır”…

Son yıllarda, ülkemize ve dünyanın birçok ülkesinde “bilim için bilim” ve “üniversite için üniversite” anlayışının terkedilmesi gerektiği; doğru olanın “toplum için bilim ve üniversite” ve “topluma hesap veren üniversite” anlayışı olduğu savları sık sık karşımıza çıkmaktadır. Ancak, bu tartışmanın kritik noktası ‘üniversitelerin topluma karşı sorumlu olup olmaması ve hesap verip vermemesi’ değil; üniversitelerin ne şekilde ve hangi temel değerlerle yönetileceğidir. Humboldt’çu “meslektaşlar” modelinden, “yönetsel (managerial)” modele geçme çağrıları yapılırken, üniversitenin herhangi bir şirket ve devlet kurumu olmadığı unutulabilmektedir. Üniversiteyi üniversite yapan “akademik değerlere” bağlılığıdır. Üniversitelerin daha etkili ve verimli kurumlar haline gelmeleri, rekabete açık olmaları çağrısı, ‘piyasa değerleri’ ile yönetilme talep ve beklentilerine dönüşmemelidir. Zaten başarılı üniversiteler, toplumun ihtiyaçlarını etkili şekilde karşılayan kurumlardır. Ancak, toplumun “dün”üne, “bugün”üne ve “yarın”ına karşı sorumlulukları olan üniversitelerin, çıplak piyasa değer ve koşullarıyla yönetilmesi orta vadede bile topluma büyük zarar verecektir. (2014)

Üniversiteler sadece bugüne değil, düne ve yarına karşı da sorumludur…

Üniversiteler toplumun sorunlarını gözlemlemekle, görüş ve öngörüler bildirmekle ve statükoyu eleştirmekle yetinen “fildişi kuleler” değildir. Üniversiteler, toplumun karmaşık sorunlarını bilimsel ortamda araştıran ve tartışan, toplumun refahını ve kamu yararını savunan kurumlardır. Üniversiteler, toplumda yaratıcı enerjinin, hayal gücünün, sosyal ve ekonomik değişim için sürekli baskının kaynağı olarak işlev yaparlar. Başarılı üniversiteler, içinde yaşadıkları kentleri, bölgeleri dönüştürebilen kilit kurumlardır. Daha demokratik ve özgürlükçü, daha açık, daha ilerici toplumların yaratılmasında önemli rol oynarlar. Ekonomik alanda da üniversiteler, sundukları araştırma altyapısı ve beyin gücü ile bir kalkınma odağı ve firmalar için bir cazibe merkezi oluştururlar. (2008)


Üniversitemiz, lisans ve lisansüstü programlarının kalitesi, öğrenci-öğretim üyesi oranları, yayın istatistikleri, laboratuvarları ve araştırma altyapısı, öğretim üyesi kalitesi, araştırma fonları gibi evrensel istatistiklerle, övünülecek bir konumdadır. Ancak, yalnızca bu istatistikler üniversitelerin başarılarını, hedeflerini ve sorumluluklarını yansıtmaktan uzaktır. Çünkü, üniversiteler sadece bugüne değil, düne ve yarına karşı da sorumludur. Üniversiteler, toplumun ve uygarlığın mirasını yaşatan ve geleceğe şekil veren eğitim, kültür ve araştırma yuvalarıdır.

Cumhuriyet Türkiye’sinde, eğitim ve üniversiteler, toplumsal ve ekonomik hareketliliğin (mobilitenin) en önemli aracı olmuşlar; yetiştirdikleri aydın nesillerle ülkemizin ilerlemesi ve çağdaş dünyanın parçası olmasına en büyük katkıyı yapmışlardır. Cumhuriyet döneminin üniversiteleri, yurttaşlık, eşitlik ve olanakların geniş kitlelere yayılmasının sembolü ve lokomotifi olmuşlardır. Sosyal hareketlilik, eşitsizliklerin ve farklılıkların yaşandığı toplumumuzda her zaman çok önemli bir harç görevi yapmıştır. Bilgi toplumu ortamında, uzmanlaşmış bilgi birikiminin önemi arttıkça, başarılı üniversitelerin sosyal hareketliliğin sürdürülmesine katkısı vazgeçilmez olacaktır. (2008)